ISSN 2149-2263 | E-ISSN 2149-2271
The Anatolian Journal of Cardiology - Anatol J Cardiol: 12 (1)
Volume: 12  Issue: 1 - February 2012
EDITORIAL
1.Change of flag in the Anatolian Journal of Cardiology, which has newly become a 10-year-old
Bilgin Timuralp
PMID: 22231953  doi: 10.5152/akd.2012.030  Page 1
Abstract |Full Text PDF

ORIGINAL INVESTIGATION
2.Classic and non-classic forms of mitral valve prolapse
Georgios I. Tagarakis, Ioannis Karantzis, Fani Tsolaki, Georgios E. Stylianakis, Marios E. Daskalopoulos, Nikolaos B. Tsilimingas
PMID: 22214735  doi: 10.5152/akd.2012.001  Pages 2 - 4
Amaç: Klasik ve klasik olmayan mitral kapak prolaps (MVP) formları arasındaki belirlenen farkın önemini araştırmaktır. Yöntemler: Ekim 2004-Ekim 2006 iki yıllık periyot boyunca prevensiyon kardiyoloji polikliniklerde muayene olan tüm hastalar bu prospektif çalış- mamıza dahil edildi. Toplamda 10.818 hasta muayene edildi, bunların 238 (%2.2)’ ine MVP tanısı konulmuştu. İlgili demografik ve klinik verileri (cins, tanı yaşı, semptomlar, hastaneye yatış ihtiyacı) kaydedildi ve klasik ve klasik olmayan formlu hastalar arasında istatistiksel karşılaştırma yapıldı. Üç yıl sonra takip kontrolleri elde edildi. Bulgular: Klasik formlu hastalarda ilk tanı yaşı daha erken, daha belirgin semptomlar ve kalan hastalardan daha sık diğer bozukluklar (atriyal septal defekt, ventriküler septal defekt, Marfan sendromu, Ehlers-Danlos sendromu) vardı; ancak, bazı majör komplikasyonlar (felç, ölüm, cer- rahi müdahale) söz konusu olduğu halde önemli farklılıklar yoktu. Sonuç: Mitral kapak prolapsının klasik formu, morbid komplikasyonlarla daha sık ilişkili idi ve bu grup hastalarda daha sık takip kontrolü faydalı olabilir.
Objective: To investigate the significance of the established distinction between classic and non-classic forms of mitral valve prolapsed (MVP). Methods: We included in this prospective study all patients examined in our preventive cardiology outpatient clinics during the biannual period October 2004-October 2006. We examined in total 10.818 patients, 238 of whom (2.2%) were diagnosed for MVP. We noted relevant demograph- ic and clinical data (gender, age of diagnosis, symptoms, need for hospitalization) and performed statistical comparisons between patients with the classic and those with the non-classic form. Follow-up controls were performed three years afterwards. Results: Patients with the classic form had an earlier age of first diagnosis, more prominent symptoms, and more frequently diagnosis for other disorders (atrial septal defect, ventricular septal defect, Marfan syndrome, Ehlers-Danlos syndrome) than the rest of the patients; however, there were no significant differences as far as certain major complications (stroke, death, submission to surgery) were concerned. Conclusion: The classic form of mitral valve prolapse is more tightly associated with morbid complications, and a more frequent follow-up control in this group of patients may be useful.

3.The effect of hemodialysis on right ventricular functions in patients with end-stage renal failure
Mehmet Akkaya, Ercan Erdoğan, Saim Sağ, Hasan Arı, Yasin Türker, Mustafa Yılmaz
PMID: 22214736  doi: 10.5152/akd.2012.002  Pages 5 - 10
Amaç: Araştırmamızın amacı hemodiyaliz (HD) uygulanmakta olan son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) hastalarında hemodiyalizin sağ ventri- kül parametrelerine etkisinin ekokardiyografik olarak değerlendirilmesidir. Yöntemler: Prospektif gözlemsel çalışmamıza kırk üç üremik hasta alındı ve hemodiyaliz başlamadan hemen önce ve hemodiyaliz sonrası 30 dakika içinde ekokardiyografi ile değerlendirildi. Sağ ventrikül sistolik fonksiyonu M-mod ölçümde triküspit anülüs düzey sapması (TAPSE) ve doku Doppler triküspit lateral anülüs sistolik hızı (Sa) ile diyastolik fonksiyonu ise konvansiyonel Doppler’de triküspit erken diyastolik akım hızı (E), geç diyastolik akım hızı (A), bunların oranı (E/A) ve doku Doppler triküspit lateral anülüs erken (Ea) ve geç (Aa) diyastolik dalga hızları ve bunların oranı (Ea/Aa) ile değerlendirildi. Miyokart performans indeksi (MPI) ise global fonksiyon göstergesi olarak alındı. İstatistiksel analiz için eşleştirilmiş t ve Wilcoxon testi kullanıldı. Bulgular: Hemodiyaliz ile E, 68±13 cm/sn’den 56±12 cm/sn’ye azalma gösterirken (p<0.0001), A’nın HD ile değişmediği (p=0.797) saptandı. Hemodiyaliz öncesi 1.84±0.34 cm olan TAPSE hemodiyaliz sonrası anlamlı düzeyde artış göstererek 2.03±0.20 cm bulundu (p=0.006). Sağ ventri- kül MPI değeri, Sa ve Aa hemodiyaliz sonrası anlamlı değişiklik göstermezken (p=0.504, p=0.118 ve p=0.150; sırasıyla), hemodiyaliz öncesi 11.3±3.4 cm/sn olan Ea, diyaliz sonrasında 8.8±2.5 cm/sn saptandı (p<0.001). Diyaliz öncesi 0.84±0.44 saptanan Ea/Aa, diyaliz sonrası 0.69±0.35 olarak ölçüldü (p=0.007). Sonuç: Sonuç olarak düzenli hemodiyaliz tedavisi görmekte olan SDBY hastalarında sağ ventrikül sistolik fonksiyonunun değerlendirilmesinde kullanılan doku Doppler Sa ve MPI değerleri önyükten bağımsızken diyastolik fonksiyon değerlendirilmesinde kullanılan konvansiyonel Doppler ve doku Doppler parametreleri önyüke bağımlıdırlar.
Objective: The aim of this study was to evaluate the effects of hemodialysis (HD) on right ventricular echocardiographic parameters in patients with end-stage renal failure (ESRF). Methods: Forty-three uremic patients who underwent echocardiography before and 30 minutes after dialysis included in this prospective obser- vational study. Right ventricular systolic function was evaluated using tricuspid annular plane systolic excursion (TAPSE) by M-mode echocar- diography and tricuspid lateral annular systolic velocity (Sa) by tissue Doppler echocardiography whereas diastolic function was evaluated using tricuspid early (E) and late (A) diastolic flow velocities by conventional and tricuspid lateral annular early (Ea) and late (Aa) diastolic velocities by tissue Doppler echocardiography. Myocardial performance index was taken as an indicator of global functions. Paired t test or Wilcoxon test were used for statistical analysis where appropriate. Results: E decreased significantly (68±13 cm/s and 56±12 cm/s before and after HD, respectively; p<0.0001) but A did not (p=0.797).TAPSE was 1.84±0.34 cm before HD and showed a significant increase to 2.03±0.20 cm after HD (p=0.006). Right ventricular MPI, Sa and Aa did not change significantly by dialysis (p=0.504; p=0.118 and p=0.150 respectively) whereas Ea decreased to 8.8±2.5 cm/s from 11.3±3.4 cm/s (p<0.001). Ea/Aa ratio also decreased significantly to 0.69±0.35 from 0.84±0.44 with HD (p=0.007). Conclusion: The results of this study indicates that parameters of right ventricular systolic function such as Sa and MPI are independent of preload whereas the conventional and tissue Doppler parameters of right ventricular diastolic function are preload dependent in patients with end-stage renal failure who undergo regular hemodialysis.

4.Clinical and hemodynamic features of Eisenmenger syndrome patients at the time of first admission: a tertiary referral-center experience
Hasan Güngör, Serkan Ertugay, Mehmet Fatih Ayık, Emre Demir, Çağatay Engin, Tahir Yağdı, Mustafa Özbaran, Yüksel Atay, Sanem Nalbantgil
PMID: 22214737  doi: 10.5152/akd.2012.003  Pages 11 - 15
Amaç: Bu çalışmada tersiyer bir merkeze Eisenmenger sendromu (ES) tanısı ile başvuran olgular incelenmiştir. Yöntemler: Eisenmenger sendromu tanılı 20 olgunun verileri (ortalama yaş: 27.6+1.8 yıl, 7’si erkek) retrospektif olarak incelendi. Takibe başlan- dığı andaki demografik özellikleri, semptomları, fizik muayene, laboratuvar ve hemodinamik bulguları değerlendirildi. Bulgular: Kompleks konjenital bozukluk ile beraber görülen ventriküler septal defekt (VSD) (n=8, %40) ile izole VSD (n=7, %35) en sık altta yatan kalp hastalığı idi. İlk başvuru anındaki 6 dakika yürüme testi (6DYT) mesafesi 347.9±33.7 metre ve %75’i NYHA fonksiyonel sınıf 3 kapasiteye sahipti. Olguların hepsinde ES tanısı kateterizasyon ile konulmuştu ve kateter ile ölçülen ortalama sistolik pulmoner arteriyel basınç değeri 112.0±6.8 mmHg idi. Solunum fonksiyon testlerinden FVC (zorlu vital kapasite), FEV1 (zorlu ekspiratuvar hacim) ve FEV1/FVC değerleri sırasıyla 3.1±0.4, 2.5±0.4 L ve %76.7±3.3 idi. Bütün hastalara takibe başlandığı anda metabolik test yapıldı. VO2 max miktarı 16.7±1.0 ml/kg/dk ve VE/VCO2 oranı %53.9±3.2 idi. Kan gazı analizinde ise PH ve parsiyel karbondioksit basıncı normal sınırlarda olmasına rağmen oksijen satürasyonu ve parsiyel oksijen basıncı düzeyleri düşük idi. Sonuç: Eisenmenger sendromlu hastalarda en sık konjenital hastalık VSD’dir. Bu olgularda egzersiz kapasitesi kısıtlanmıştır ve bu kısıtlanma laboratuvar parametrelerine yansımaktadır.
Objective: In this study, patients admitted with the diagnosis of Eisenmenger syndrome (ES) in a tertiary referral center were analyzed. Methods: The data of 20 consecutive patients (mean age: 27.6+1.8 years, 7 male and mean follow-up time: 35.6±9.1 months) with ES were ret- rospectively analyzed. Demographic characteristics, symptoms, physical examination, laboratory and hemodynamic parameters were analyzed at the time of first admission. Results: The most frequent underlying heart diseases were ventricular septal defect (VSD) with complex congenital disease (n: 8, 40%) and isolated VSD (n: 7, 35%). 6-minute walking test distance was 347.9±33.7 meters and 15 patients (75%) had a functional capacity of NYHA Class III, at the time of admission. ES was diagnosed with catheterization in all patients and mean systolic pulmonary arterial pressure measured by catheterization was 112±6.8 mmHg. Pulmonary function tests, FVC (forced vital capacity), FEV1 (forced expiratory volume), FEV1/FVC values were respectively, 3.1±0.4, 2.5±0.4 L and 76.7±3.3%. Metabolic tests were performed in all patients at the first visit. Mean VO2 max was 16.7 ±1.0 ml / kg/min and VE/VCO2 rate was 53.9±3.2%. Although PH and partial pressure of carbon dioxide levels were within normal range in blood gas analysis, oxygen saturation and partial pressure of oxygen levels were low. Conclusion: The most common underlying heart disease of ES patients is VSD. In this cases exercise capacity is restricted and this restriction is reflected in laboratory parameters

5.The effect of levosimendan and dobutamine treatment on QT dispersion in patients with decompensated heart failure: a prospective study
Fatma Paksoy, Turgay Ulaş, İrfan Tursun, Mehmet Sinan Dal, Erkan Öztekin, Fatih Borlu
PMID: 22214738  doi: 10.5152/akd.2012.004  Pages 16 - 22
Amaç: Biz bu çalışmada, akut dekompanse kalp yetersizliği ile başvuran hastalarda levosimendan ve dobutamin infüzyonunun QT dispersiyonu üzerine olan etkisini araştırdık. Yöntemler: Bu prospektif kohort çalışmasında, akut dekompanse kalp yetersizliği tanısıyla yatırılan, New York Kalp Derneği (NYHA) sınıflama- sına göre sınıf III-IV kalp yetersizliği olan 38 hastadan, 25 hastaya (11’i erkek, 14’ü kadın, ortalama yaş: 70.5±11.13 yıl) levosimendan infüzyonu ve 13 hastaya (5’i erkek, 8’i kadın, ortalama yaş: 71.08±6.86 yıl) dobutamin infüzyonu verildi. İntravenöz levosimendan ilk 10 dakika 12 μg/kg/dk ile yükleme, sonraki 50 dakikada 0.1 μg/kg/dk, takiben 23 saatte ise 0.2 μg/kg/dk ile idame tedavisi şeklinde verildi. İntravenöz dobutamin ise 24 saat boyunca 10 mg/kg/dk dozunda verildi. İnfüzyon öncesi ve sonrasında hastaların transtorasik ekokardiyografileri yapıldı ve elektrokardiyog- rafileri çekildi. QT dispersiyonu, maksimum QT ve minimum QT süresi arasındaki fark olarak tanımlandı ve bulunan değer kalp hızına göre düzeltildi. Verilerin analizinde Ki-kare Testi, Wilcoxon Testi ve Mann-Whitney U Testi kullanıldı. Bulgular: Hem levosimendan hem de dobutamin alan hasta grubunda, tedavi öncesi ve sonrasında kalp hızına göre düzeltilmiş minimum QT değerleri, maksimum QT değerleri ve QT dispersiyonları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (levosimendan grubunda sırası ile tedavi öncesi ve 24. saat değerleri 0.43±0.04 sn, 0.44±0.04 sn; 0.49±0.05 sn, 0.50±0.05 sn; 0.06±0.03 sn, 0.06±0.03 sn; dobutamin grubunda ise 0.39±0.05 sn, 0.41±0.05 sn; 0.45±0.05 sn, 0.48±0.05 sn; 0.06±0.04 sn, 0.06±0.04 sn) (p>0.05). Her iki tedavi grubunda takip süresince ilaçlara bağlı yan etki görülmedi. Sonuç: Tedavi dozlarında levosimendan infüzyonunun, dobutamin infüzyonu ile karşılaştırıldığında, akut dekompanse kalp yetersizliği hastaların- da aritmi gelişme olasılığının bir göstergesi olabilen QT parametreleri üzerine anlamlı bir etkisi görülmedi.
Objective: We investigated the effect of intravenous levosimendan on QT dispersion compared with intravenous dobutamine in patients with acute decompensated heart failure. Methods: This prospective cohort study included 38 patients who were admitted with acute decompensated heart failure (New York Heart Association functional class III-IV). Twenty-five patients (11 men, 14 women; mean age 70.5±11.13 years) were treated with levosimendan infu- sion and 13 patients (5 men, 8 women; mean age 71.08±6.86 years) were treated with dobutamine infusion. Intravenous levosimendan was administered with an initial bolus dose of 12 μg/kg for 10 min, followed by a continuous infusion of 0.1 μg/kg/min for 1 hour and 0.1 μg/kg/min 23 hours. Intravenous dobutamine was administered with a continuous dose of 10 μg/kg /min for 24 hours. Transthoracic echocardiography was performed and electrocardiograms were obtained before and after drug infusions. QTc dispersion was defined as the difference between themaximum and the minimum QT intervals and the value was corrected for heart rate. Chi-square test, Wilcoxon test and Mann-Whitney U tests were used for data analysis. Results: No significant differences were found before and after treatment of both levosimendan and dobutamine with respect to minimum QT intervals, maximum QT and QT dispersions. (Pretreatment and 24th hour values of levosimendan group were; 0.43±0.04 s, 0.44±0.04s; 0.49±0.05s, 0.50±0.05s; 0.06±0.03s, 0.06±0.03s; in dobutamine group values are - 0.39±0.05 s, 0.41±0.05s; 0.45±0.05s, 0.48±0.05s; 0.06±0.04s, 0.06±0.04s, respec- tively) (p>0.05). No side effects related to drugs were seen during follow-up in all two treatment groups. Conclusion: Our results suggest that, therapeutic doses of levosimendan infusion do not have a significant effect on QT parameters - the predic- tors of arrhythmias-, in patients with decompensated heart failure when compared with dobutamine infusion.

6.Impact of emergency services and ambulance type on pain-to-balloon time in the acute myocardial infarction: an observational study
Ahmet Karabulut, Mahmut Çakmak, Bülent Uzunlar, Kadir Topçu
PMID: 22214739  doi: 10.5152/akd.2012.005  Pages 23 - 29
Amaç: Bu çalışma ileriye dönük gözlemsel bir araştırma olup; akut miyokart enfarktüslü (AME) hastalarında, ilk başvurulan acil servis ile ambu- lans tipinin hasta nakil süresi, ağrı-balon zamanı, kapı-balon süresi ve ilk kontak-balon süresi üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçladık. Yöntemler: İlk olarak primer koroner girişim (PKG) imkânı olmayan hastanelere başvuran toplam 374 AMI hastası çalışmaya dâhil edildi. Hastalar ilk başvurdukları merkezlere göre; günlük klinik-tıp merkezi, devlet hastanesi ve özel hastane grubu olarak sınıflandırıldı. Hastalar aynı zamanda nakil sırasında kullanılan ambulans tipine göre de 112 ambulansı veya özel ambulans olarak iki grupta sınıflandırıldı. Tüm gruplar Kruskal-Wallis ve Mann-Whitney U testleri ile istatistiksel olarak demografik özellikler, nakil süresi ve ağrı-balon zamanına göre karşılaştırıldı. Bulgular: Hastaların çoğunluğu ilk olarak devlet hastanesi veya özel hastaneye başvurmuştu (40.1% ve 47.1%). Ortalama kapı-balon süresi 45.0±18.5 dakika, ortalama ağrı-balon süresi 310.6±160.8 dakika olarak saptandı. Günlük klinik-tıp merkezine başvuran hastaların yarıya yakını PKG imkanı olmayan merkezlere sevk edilmişti ve bu durum ağrı-balon süresi ve ilk kontak-balon süresinin bu grupta daha uzun olmasına sebep olmuştu (361.7±194.5 dk, p=0.01 ve 279.7±158.2 dk, p<0.001). Özel hastanelere başvuran grupta göreceli olarak daha kısa ağrı-balon ve ilk kontak- balon süresi mevcuttu (277.5±148.6 dk, p=0.01 ve 157.4±83.1 dk, p<0.001). Özel ambulans ile nakil yapılan hasta grubunda da nakil süresi ve ağrı- balon zamanı daha kısaydı (107.4±70.4 dk ve 270.1±150.4 dk, p<0.001). Sonuç: Acil servis çalışanları ve doktorları, hasta naklinde kullanılan ambulans tipi ağrı-balon süresinde uzamaya sebep olabilmektedir. AMI hastalarının öncelikle PKG imkânı olmayan merkezlere sevki, PKG imkânı olan merkeze ulaşımı ve ağrı-balon zamanını uzatmaktadır.
Objective: The objective of this study was to evaluate the role of first contact emergency departments and ambulances on transport duration, pain-to-balloon time, door-to-balloon time and first contact-to-balloon time in acute myocardial infarction (AMI) patients. Methods: The study was a prospective and observational investigation. A total of 374 AMI patients initially admitted to primary coronary inter- vention (PCI) incapable centers were included in this study. Patients were classified according to initial presentation site (daily clinic, public hospital or private hospital) and transport manner (public or private ambulance). All groups were compared by the Kruskal-Wallis and Mann- Whitney U tests statistically according to their characteristics, transport duration and pain-to-balloon time. Results: A majority of the patients were initially admitted to public (40.1%) or private hospitals (47.1%). The average door-to-balloon time was 45.0±18.5 min and the mean pain-to-balloon time was 310.6±160.8 min. Nearly half of the patients initially admitted to daily clinics were first transported to PCI-incapable centers, leading to delayed admission to PCI-capable centers and increased pain-to-balloon and first contact-to- balloon times (361.7±194.5 min, p=0.01 and 279.7±158.2 min, p<0.001). Patients admitted to private hospitals experienced shorter average pain- to-balloon and first contact-to-balloon times (277.5±148.6 min, p=0.01 and 157.4±83.1 min, p<0.001). Patients transported by private ambulances also experienced shorter waiting times and shorter pain-to-balloon times (107.4±70.4 and 270.1±150.4 min, p<0.001). Conclusion: Physicians and healthcare professionals in first contact emergency departments and ambulance type appear to be factors in the increased pain-to-balloon time. AMI patients are often initially admitted to PCI-incapable centers, leading to delayed admission to PCI-capable centers and increased pain-to-balloon time.

7.Amount of ST wave resolution in patients with and without spontaneous coronary reperfusion in the infarct -related artery after primary PCI: an observational study
Emine Çakcak Erden, İsmail Erden, Yasin Türker, Yusuf Aslantaş, Subhan Yalçın, Ahmet Karabacak
PMID: 22214740  doi: 10.5152/akd.2012.006  Pages 30 - 34
Amaç: Acil perkütan koroner girişim (PKG) yapılan ST elevasyonlu miyokart enfarktüslü hastalarda (STEMI), ilk anjiyografide, enfarkt ilişkili arterde (İİA) saptanan spontan koroner açıklık (SKA), spontan reperfüzyonun olmadığı hastalarla kıyaslandığında daha iyi anjiyografik sonuç ve prognozla ilişkilidir. Spontan reperfüze olan MI hastalarında sistematik acil PCI’nin rolü tartışılmalıdır. Enfarkt ilişkili arterde spontan reperfüzyon gerçekleşen ve gerçekleşmeyen hastalarda ST rezolüsyon (STR) miktarını karşılaştırdık. Yöntemler: Bu çalışma gözlemsel kohort çalışması olarak dizayn edildi. Çalışmaya ST elevasyonlu MI geçirmiş ve trombolitik tedavi uygulanma- yıp primer PCI yapılan ortalama yaşı 56±10 yıl olan 161 hasta dahil edildi. Tüm hastalar semptom başlangıcından 12 saat içinde primer PKG’e alındı ve sorumlu lezyona stent implantasyonu yapıldı. ST rezolüsyonu, PKG öncesi ve sonrası elektrokardiyogramlarda (EKG) ST segment ele- vasyonunun yüzdesel gerilemesi olarak hesaplandı. >%70 tam rezolüsyon, %30 -%70 arası parsiyel rezolüsyon olarak adlandırıldı. <%30 rezolüs- yon olarak kabul edilmedi. Spontan koroner reperfüzyon, yapılan ilk anjiyoda enfarkt ilişkili arterde TIMI-III akım saptanması olarak kabul edildi. Enfarkt ilişkili arterde spontan reperfüzyon olan ve olmayan hastalarda ST segment rezolüsyon miktarı karşılaştırıldı. İstatistiksel analizler için Ki-kare testi, Student’s t-testi, Mann-Whitney U testleri kullanıldı. Bulgular: Yapılan bazal anjiyoda 40 hastada (%25) spontan reperfüzyon, 121 hastada (%75) TIMI 0, 1 veya 2 akım saptandı (SKA olmayan grup). Spontan reperfüzyon olmayan hastalarda ST rezolüsyonu anlamlı olarak yüksek saptandı (53±17 ye karşı 13±23 mm; p<0.001). Hatta, yapılan ilk anjiyografisinde enfarkt ilişkili arteri açık saptanan beş hastada yapılan girişim sonucu PKG öncesi EKG'ye göre ST elevasyonunda artış saptandı. Sonuç: Ortalama ST segment rezolüsyonu, başlangıç koroner anjiyografide spontan koroner reperfüzyon saptanıp primer PKG uygulanan has- talarda, spontan koroner reperfüzyon saptanmayan hastalara göre daha düşük olarak saptandı.
Objective: In patients with ST-elevation myocardial infarction (STEMI) undergoing primary percutaneous coronary intervention (PCI), a patent infarct-related artery (IRA) on initial angiography was associated with better angiographic results and improved prognosis compared with patients without spontaneous reflow. The role of systematic emergency PCI in patients with spontaneous reperfusion during myocardial infarc- tion is debated. We compared the amount of ST wave resolution (STR) in patients with and without spontaneous coronary reperfusion (SCR) in the infarct related artery. Methods: This study was designed as an observational cohort study. One hundred sixty-one consecutive patients (121 males, 40 females, with a mean age of 56±10 years) who had STEMI and treated with primary PCI without previous thrombolytic therapy were included in the study. All patients were treated with primary PCI within 12 hours from the onset of the symptoms and had stent implantation in the culprit lesion. ST wave resolution was measured as percent resolution of ST segment elevation from electrocardiogram (ECG), before and after PCI, classified as complete (>70%), partial (30% to 70%), or absent (<30%). SCR was defined as a TIMI grade III flow in the IRA on baseline coronary angiogram. The amount of ST wave resolution (STR) in patients with and without SCR in the IRA was compared. We used Chi-square test, Student’s t-test and the Mann-Whitney U test for statistical analysis. Results: At the baseline coronary angiography 40 (25%) patients had SCR and 121 patients (75%) had TIMI flow grade 0, 1 or 2 (non-SCR group). ST segment resolution amount was significantly higher in patients without SCR (53±17 versus 13±23 mm; p<0.001). In fact; in five patients whom had patent infarct related artery in initial angiography, ST segment elevation increased according to pre-PCI ECG. Conclusion: Mean ST wave resolution was lower in patients with spontaneous coronary reperfusion who were treated with primary PCI com- pared to their counterparts who did not have spontaneous coronary reperfusion on initial coronary angiography.

8.Association between mean platelet volume and coronary artery calcification in patients without overt cardiovascular disease:
Levent Korkmaz, Ayça Ata Korkmaz, Ali Rıza Akyüz, Abdulkadir Kırış, Mustafa Tarık Ağaç, Zeydin Acar
PMID: 22214741  doi: 10.5152/akd.2012.007  Pages 35 - 39
Amaç: Trombositler aterotrombozun gelişiminde önemli rol oynarlar. Ortalama trombosit hacmi (OTH) trombositlerin aktivasyonunu gösteren dolaylı bir parametredir. Koroner arter kalsifikasyonunun (KAK) aterosklerotik proçesin bir parçası olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Bu çalışmamızda aşikar kardiyovasküler hastalığı olmayan hastalarda KAK ile OTH arasındaki ilişkiyi inceledik. Yöntemler: Bu gözlemsel çalışmada, bilinen kardiyovasküler hastalığı olmayan ve en az bir kardiyovasküler riski olan 259 hasta çalışmaya alın- dı. KAK çok kesitli tomografi ile değerlendirildi. OTH ise etilen diamin tetra asetik asit (EDTA)’li tüplere alınan kanda ölçüldü. İstatistiksel analiz Kruskal-Wallis, Ki-kare, korelasyon testleri ve çoklu regresyon analiz ile yapıldı. Bulgular: Kalsiyum skoru 0 ile 735 arasında idi. Tek yönlü analizde KAK ile OTH (r=0.24, p=0.02), yaş (r=0.32, p<0.001), hipertansiyon (r=0.19, p=0.03), diyabet (r=0.16, p=0.005) ve sigara içimi (r=0.17, p=0.001) arasında anlamlı bir ilişki vardı. Çok yönlü analizde ise OTH (β=0.4, %95GA 19.8- 31.1, p<0.001), yaş (β=0.13, %95GA 0.23-2.4 p=0.01) ve sigara içimi (β=0.12, %95GA 3.2-15.1, p=0.02) KAK’ın bağımsız belirleyicileri idi. Ayrıca anlamlı KAK’ı olanlarda minimal ya da KAK’ı olmayan hastalara göre OTH anlamlı olarak yüksek idi (10.2±2.4 karşı 8.1±0.9 ve 7.6±1.3; R2=52.7, p<0.001). Sonuç: Çalışmamızda OTH ile KAK arasında anlamlı bir ilişki bulduk. Her ne kadar çalışmamız bir korelasyon çalışması olduğu için neden- sonuç ilişkisi açısından bir sonuç çıkarmak zor olsa da yüksek OTH’nin artmış aterosklerotik yükü ve kardiyovasküler riski gösterebileceği söylenebilir.
Objective: Platelets have an important role in the pathogenesis of atherothrombosis. It has been shown that platelet size measured by mean platelet volume (MPV), correlates with their reactivity and is still regarded as an easy, useful tool for indirect monitoring of platelet activity in different situations. Coronary artery calcification (CAC) has long been known to occur as a part of the atherosclerotic process. The aim of this study was to determine whether an association exists between MPV and CAC. Methods: In this observational study, we enrolled 259 participants with at least one cardiac risk factor but with unknown cardiovascular dis- ease. Coronary calcification was assessed by multislice computerized tomography and MPV was measured in a blood sample collected in EDTA tubes. Statistical analysis was performed using Kruskal-Wallis, Chi-square, correlation tests and multiple regression analysis. Results: Calcium scores ranged from 0 to 735. There was a significant relation between CAC and MPV (r=0.24, p=0.02), age (r=0.32, p<0.001), hypertension (r=0.19, p=0.03), diabetes (r=0.16, p=0.005), smoking (r=0.17, p=0.001). In linear regression analysis, MPV (β=0.4, 95%CI 19.8- 31.1, p<0.001), age (β=0.13, 95%CI 0.23-2.4, p=0.01) and smoking (β=0.12, 95%CI 3.2-15.1, p=0.02) independently associated with CAC. In addition, there were significant differences in MPV between significant CAC group compared to the minimal and none (10.2±2.4 versus 8.1±0.9 and 7.6±1.3; p<0.001). Conclusion: We have found significant association between MPV and CAC. Although this study is purely correlative and no causative conclu- sions can be drawn, it may suggest that higher MPV may reflect increased atherosclerotic burden and cardiovascular risk.

9.Association between C-reactive protein, carotid intima-media thickness and P-wave dispersion in obese premenopausal women: an observational study
Ufuk Özuğuz, Gökhan Ergün, Serhat Işık, Ferhat Gökay, Yasemin Tütüncü, Gülhan Akbaba, Dilek Berker, Serdar Güler
PMID: 22214742  doi: 10.5152/akd.2012.008  Pages 40 - 46
Amaç: Çalışmamızın amacı, premenapozal obez kadınlarda P dalga dispersiyonunun incelenmesi, P dalga ölçümleri ile yüksek duyarlılıklı C-reaktif protein (hsCRP), karotis intima-media kalınlığı (KIMK) ve ekokardiyografi bulguları arasındaki ilişkilerin değerlendirilmesidir. Yöntemler: Kırk dört premenapozal obez kadın ve 30 normal kilolu, sağlıklı, gönüllü, kesitsel gözlemsel çalışmaya dahil edildi. Tüm katılımcılarda, antropometrik ölçümlerden sonra açlık kan şekeri, insülin düzeyi, insülin direnci (HOMA-IR), hsCRP, lipit parametreleri ve KIMK ölçüldü, elekt- rokardiyografik ve ekokardiyografik parametreler değerlendirildi. İstatistiksel analizde Student t, Mann-Whitney U ve Pearson Ki-kare testleri, ve Spearman korelasyonu analizi kullanıldı. Çoklu doğrusal regresyon analizi ile P dalga dispersiyonu gelişimini etkileyen bağımsız belirleyicile- ri araştırıldı. Bulgular: Premenapozal obez kadınlar ile sağlıklı kontrol grubu arasında P dispersiyonu ve maksimum P dalga süresi açısından anlamlı farklılık vardı (sırasıyla, 41.8±11.8 ms’ye karşı 28.5±9.3 ms, p<0.001 ve 105.2±14.3 ms’ye karşı 89.0±13.3 ms, p<0.001). P dalga dispersiyonu ile insülin, HOMA-IR, sistolik kan basıncı, diyastolik kan basıncı, hsCRP, KIMK, sol atriyum çapı, bel çevresi, bel-kalça oranı ve vücut kitle indeksi arasında pozitif korelasyon vardı. Lineer regresyon analizinde ise P dalga dispersiyonu ile sadece sol atriyum çapı arasında anlamlı ilişki vardı (β=4.290, %95 GA: 1.870-9.720, p=0.032). Sonuç: Obez hastalardaki artmış P dalga dispersiyonu ile abdominal obezite, KIMK, hsCRP ve sol atriyum çapı arasında pozitif korelasyon bulduk. Bununla birlikte P dalga dispersiyonu ile sadece sol atriyum çapı arasında anlamlı ilişki mevcuttu.
Objective: The aim of the present study was to evaluate P-wave dispersion (PWD) in obese women, and to investigate the relationship between P-wave measurements, high sensitive C-reactive protein (hsCRP), carotid intima-media thickness (CIMT) and echocardiographic findings. Methods: Forty-four patients with obese premenopausal women and 30 females with normal weight were enrolled this cross sectional, obser- vational study. Results of anthropometric measurements, laboratory assays, electrocardiographic and echocardiographic findings were recorded for each participant. Student t, Mann-Whitney U and Pearson Chi-square tests, and Spearman correlation analysis were used for statistical analysis. Multiple regression analysis was used to identify independent factors associated with PWD development. Results: The obese group had significantly higher values for PWD (41.8±11.8 ms vs. 28.5±9.3 ms; p<0.001) as well as for P max (105.2±14.3 ms vs. 89.0±13.3 ms; p<0.001). Correlation analyses revealed the presence of a positive correlation between PWD and each of insulin, systolic blood pressure, diastolic blood pressure, hsCRP, CIMT, left atrial diameter (LAD), waist circumference, waist to hip ratio and body mass index in obese participants. The only significant association that was observed on multiple linear regression analysis, after adjustments for confounding risk factors, was between LAD and PWD (β=4.290, 95% CI: 1.870-9.720, p=0.032). Conclusion: We found that increased PWD values in obese patients are correlated positively with hsCRP, CIMT and abdominal obesity. However, independent and significant association was found only between LAD and PWD.

10.Hypertension prevalence and risk factors among adult population in Afyonkarahisar region: a cross-sectional research
Dilek Toprak, Nurhan Doğan, Serap Demir
PMID: 22214743  doi: 10.5152/akd.2012.009  Pages 47 - 52
Amaç: Hipertansiyon gittikçe artan prevalansı ile Dünya'da önemli bir halk sağlığı sorunudur. Bu çalışmanın amacı Afyonkarahisar ilinde hiper- tansiyon prevalansı ve buna bağlı risk faktörlerini irdelemektir. Yöntemler: Şehrin 75 farklı bölgesinden, nüfus dağılımı göz önüne alınarak toplam 2035 birey, randomize olarak hem kent hem de kırsal bölgeden seçilerek bu epidemiyolojik kesitsel çalışmaya dahil edildi. Bireylerden anket uygulamasının ardından kan örneği alındı ve fizik muayene yapıldı. Sosyodemografik özellikler, diyabetes mellitus (DM), hipertansiyon, ailede hipertansiyon öyküsü olması, koroner kalp hastalığı (KKH), sigara, doğum sayısı gibi hipertansiyon için muhtemel risk faktörleri değerlendirildi. İstatistiksel analiz Student t-testi, Ki-kare testi ve lojistik regresyon analizi ile yapıldı. Bulgular: Hipertansiyonun genel prevalansı %24.2 idi (kadınlarda %31.3, erkeklerde %14.1, p<0.001). Yaş ilerledikçe prevalansı artış gösterdi (%2.2’den %50.4’e, p<0.001). Yaş, cinsiyet, DM, ailede hipertansiyon öyküsü, vücut kitle indeksi (VKİ), KKH ve gelir düzeyi önemli risk faktörleriy- di. Diyabetik hastalar 2.35 kez (%95GA 1.70-3.25: p<0.0001), kadınlar 2.74 kez (%95GA 2.08-3.62: p<0.0001), pozitif aile öyküsü olanlar 2.23 kez (%95GA 1.62-3.07: p<0.0001), yüksek VKİ olanlar 2.15 kez (%95GA 1.66-2.78: p<0.0001), KKH olanlar 2.32 kez (%95GA 1.48-3.64: p<0.0001) ve düşük gelir düzeyi olanlar yüksek olanlara göre 1.47 kez (%95GA 1.08-2.02: p=0.016) daha fazla HT riskine sahipti. Sonuç: Hipertansiyon bölgemizde önemli bir sağlık sorunudur. Risk faktörleri dikkate alınarak, yaşam tarzı değişiklikleri ve insanların eğitilmesi ile hipertansiyon prevalansının azaltılacağını düşünüyoruz.
Objective: Hypertension is a major public health problem worldwide with increasing prevalence. The purpose of this study was to examine the prevalence of hypertension and related risk factors among adult population in Afyonkarahisar region. Methods: In this cross-sectional research, regarding the population distribution totally 2035 subjects, randomly selected from 75 different parts of our city, both the urban and the rural areas, were included in this epidemiologic research. After the administration of a questionnaire to the subjects, blood samples were taken and physical examinations were performed. Socio-demographic features, diabetes mellitus (DM), hyper- tension, family history of hypertension, coronary heart disease (CHD), smoking, and number of births were evaluated as possible risk factors for hypertension. Statistical analysis was performed using Student’s t-test, Chi-square test and binary logistic regression analysis. Results: The overall prevalence of hypertension was 24.2% (31.3% in women, 14.1% in men, p<0.001). Its prevalence increased with age (from 2.2% to 50.4%, p<0.001). Age, gender, DM, family history of hypertension, body mass index (BMI), CHD and income levels were significant risk factors. Diabetic patients had 2.35 times (95%CI 1.70-3.25: p<0.0001) more risk, people who had positive family history 2.23 times (95%CI 1.62- 3.07: p<0.0001) more risk and those with high BMI 2.15 times (95%CI 1.66-2.78: p<0.0001) more risk to develop HT than who did not have these factors. In addition, women have 2.74 times (95%CI 2.08-3.62: p<0.0001), more risk than men for HT. We determined CHD and low income as other risk factors for HT (OR=2.32, 95%CI 1.48-3.64: p<0.0001) and OR=1.47, 95%CI 1.08-2.02: p=0.016 respectively). Conclusion: Hypertension is an important health problem in our region. We think that it is possible to reduce the hypertension prevalence with lifestyle changes and educating people, regarding the risk factors.

11.Prevalence of metabolic syndrome, its relationship with mental health (anger) and sociodemographic characteristics in women residing in central district of Malatya: a cross-sectional observational study
Feray Çetin, Gülsen Güneş, Ali Özer
PMID: 22214744  doi: 10.5152/akd.2012.010  Pages 53 - 59
Amaç: Bu çalışmada amacımız, Malatya ili merkez ilçede 20 yaş üstü kadınlarda öfke ve sosyodemografik özelliklerin metabolik sendrom (MetS) prevalansı ile ilişkisini saptamaktır. Yöntemler: Bu araştırma Nisan-Eylül 2008 tarihleri arasında yapılmış olup kesitsel tipte bir araştırmadır. Otuz küme örnekleme yöntemi ile Malatya merkez ilçedeki sağlık ocaklarına bağlı otuz sağlık evi bölgesi sistematik örnekleme ile seçilmiş araştırmaya 669 birey dâhil edilmiş- tir. Sosyodemografik özellikler ve öfke durumu ile MetS arasındaki ilişki incelenmiştir. İstatistiksel analizlerde Ki-kare testi ve Student t-testi kullanıldı. Bulgular: Araştırma kapsamına giren kadınlarda yaş ortalaması; 41.9±12.7 yıl idi. MetS prevalansı %30.9, 60 yaş ve üzeri yaş grubunda %61.3 bulunmuştur. Eğitim durumu, medeni durum, vücut kitle indeksi ve aile tipi ile MetS prevalansı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki sap- tanmıştır (p<0.05). Çalışma grubunda, MetS prevalansı ile öfke ölçeği arasında anlamlı bir ilişki yoktur (p>0.05). Çalışmamızda MetS parametre- leri arasında, en sık gözlenen %45.6 oranında abdominal obezite (bel çevresi >88 cm) ve HDL düşüklüğü olmuştur. Araştırma kapsamına giren kadınlarda, MetS olanlar arasında birinci sırada yüksek açlık kan şekeri (%76.7), ikinci sırada trigliserit yüksekliği (%69.4), üçüncü sırada hiper- tansiyon (%63.5) gözlenmiştir. Sonuç: Obeziteyi kontrol altına almak ya da önlemek MetS gelişimini önlemede merkezi rol oynar. Eğitim durumu, medeni durum, vücut kitle indeksi ve aile tipi ile MetS prevalansı arasında anlamlı bir ilişki vardır. Çalışma grubunda, MetS prevalansı ile öfke ölçeği arasında anlamlı bir ilişki yoktur.
Objective: The purpose of this study is to determine prevalence of metabolic syndrome (MetS) and its relationship with mental health (anger) and sociodemographic characteristics in women residing central district of Malatya. Methods: This cross-sectional observational study was conducted between April and September 2008. The relationships between MetS and mental health (anger) and sociodemographic properties were examined. Chi-square and Student t-test were used for the statistical analysis. Results: Mean age of the women included in this study was 41.9±12.7 years. MetS prevalence was 30.9%, for the age group of 60 and over prevalence was 61.3%. There was a statistically meaningful relation between MetS prevalence and the educational background, marital status, body-mass index (BMI) and family type (p<0.05). There was no significant relationship between MetS and anger status in the study group (p>0.05). The most common MetS parameters findings of our study were abdominal obesity (45.6%, waist circumference>88 cm) and low high- density lipoprotein cholesterol. Among MetS diagnosed women included in this study the most common finding was fasting blood glucose (76.7%), which were followed by high triglycerides (69.4%) and hypertension (63.5%). Conclusion: Taking control over or avoiding obesity plays a crucial role in prevention of MetS development. There was a significant relationship between MetS prevalence and education, BMI and family type in the study group. In the current study, there was no any significant relation between MetS and anger scale.

12.Hypertension in type 1 diabetic patients-the influence of body composition and body mass index: an observational study
Soe Moe Aung, Ahmed A. Battah
PMID: 22231936  doi: 10.5152/akd.2012.014  Pages 60 - 64
Amaç: Tip 1 diyabetli hastalarda kan basıncına vücut yapısının ve kitle indeksinin etkisini tahmin etmektir. Yöntemler: Bu kesitsel gözlemsel çalışmaya Tip 1 diyabetli 45 hasta, sağlıklı yaş ve cinsiyeti eşleştirilmiş, 30 gönüllü dahil edildi. Bütün hastalar ve kontroller için kan basıncı antropometrik ölçümler ve vücut bileşimi için de çift X-ray absorbsiyometri (DXA) yapıldı. İstatistiksel analiz için t-testi, tek yön ANOVA ve çoklu regresyon analizleri kullanıldı. Bulgular: Yirmi diyabetli hastanın (%44.4) hipertansiyonu vardı. Hipertansif diyabetik hastalarda önemli derecede daha yüksek toplam yağ kitle- si yüzdesi, yumuşak doku yağ kütle yüzdesi, karın yağı yüzdeleri, yağlı/yağsız oranını hipertansif olmayanlar izledi, en azı da kontrollerde idi (p=0.0001). Diyabetli hastalarda çoklu regresyon analizi, abdominal yağ yüzdesinin, ortalama arteryel kan basıncı (β-5.8, %95 GA: 3.7-8.0, p=0.0001) ve sistolik kan basıncı (β-8.6, 95% GA: 5.4-11.9, p=0.0001) ile ilişkili tek parametre olduğunu gösterdi. Aksine, abdominal yağ oranı yüzdesi (β-2.7, %95 GA: 0.9-4.5, p=0.006), diyabetin süresi (β-2.5, %95 GA: 1.4-3.5, p=0.0001), yağlı/yağsız oranı (β-11.7, %95 GA: 1.5-21.9, p=0.03) diyastolik kan basıncı ile ilişkili idi. Sonuç: Diyabet özellikle vücutta abdominal yağda artışa yol açar. Bu da insülin direncinin artmasına ve yağsız kitlenin azalmasına neden olur. Tip 1 diyabetli hastalarda kan basıncı vücut kitle indeksi, standart sapma puanına ve yağ kütlesine bağlıdır. Abdominal yağ dokusu, ortalama arteryel ve sistolik kan basıncı ile ilgili tek faktördür.
Objective: To estimate the influence of body composition and body mass index on blood pressure in type 1 diabetic patients. Methods: This cross-sectional, observational study included 45 type 1 diabetic patients and 30 age and sex matched healthy volunteers. Blood pressure, anthropometric measurements, and body composition by dual X-ray absorptiometry (DXA) were done for all patients and controls. T-test, one way ANOVA and multiple regressions were used for statistical analyses. Results: Twenty diabetic patients (44.4%) had hypertension. Hypertensive diabetic patients had the highest total fat mass %, soft tissue fat mass %, abdomen fat % and fat/lean ratio followed by non hypertensives and the least was the controls (p=0.0001). Abdominal fat % was the only parameter significantly associated with mean arterial blood pressure (β-5.8, 95% CI: 3.7-8.0, p=0.0001) and systolic blood pressure (β-8.6, 95% CI: 5.4-11.9, p=0.0001) by stepwise multiple regression analysis in the diabetic patients. In the contrary, abdominal fat % (β-2.7, 95% CI: 0.9-4.5, p=0.006), duration of diabetes (β-2.5, 95% CI: 1.4-3.5, p=0.0001) and fat/ lean ratio (β-11.7, 95% CI: 1.5-21.9, p=0.03) were related to diastolic blood pressure. Conclusion: Diabetes is associated with an increase in body fat especially abdominal, which leads to an increase in insulin resistance and decrease in lean mass. In type 1 diabetic patients, blood pressure depends on body mass index SDS and fat mass. Abdominal fat is the only factor related to mean arterial blood pressure and systolic blood pressure.

REVIEW
13.Anemia in heart failure
Alev Kılıçgedik, Cihan Dündar, Mustafa Kürşat Tigen
PMID: 22214745  doi: 10.5152/akd.2012.011  Pages 65 - 70
Kronik kalp yetersizliği genel bir sorun ve ölüm, hastaneye başvuru, kötü fonksiyonel kapasite ve bozulmuş yaşam kalitesinin en önemli neden- lerinden biridir. Kalp yetersizliğinin prognoz üzerine direk etkisi yanında çeşitli iyileştirilebilir ve iyileştirilemez faktörler kalp yetersizliğinin prognozunu kötüleştirir. Kalp yetersizliğinde sıkça görülen anemi kötü sonlanım için iyileştirilebilir bir risk faktörüdür. Aynı zamanda anemi komorbidite yükü ve hastalık ciddiyeti için de bir göstergedir. Aneminin hastalık ciddiyetini gösteren bir belirteç olması durumunda tedavi ile anemiyle ilişkili artmış risk önlenemeyebilir, fakat aneminin bir mediyatör olması durumunda anemi sebebini bilmek ve tedavi etmek kalp yeter- sizliğinde mortalite ve morbiditenin azalmasına katkı sağlayabilir. Anemi konjestif kalp yetersizliğinde hem mortalite hem de morbidite için bağımsız bir risk faktörü olarak tanımlandığından beri, aneminin eritropoetin veya demir desteği ile düzeltilmesinin hastanın semptomlarında ve fonksiyonel durumunda iyileşme sağlayabileceği hipotezine ilgi artmıştır. Fakat hala aneminin ve spesifik tedavilerin bu hastalarda sonlanım üzerine etkisini gösterebilmek için geniş randomize çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu derlemede kalp yetersizlikli hastalarda aneminin mekanizma- sı, olumsuz sonlanım üzerine etkisi ve tedavisi anlatılmıştır.
Chronic heart failure is a common problem and a major cause of death, hospital admission, poor physical function and impaired quality of life. In addition to the direct effect of heart failure on prognosis, several modifiable and non-modifiable factors contribute to the worse prognosis in heart failure. Anemia, which is common in patients with heart failure, may represent a modifiable risk factor for adverse outcome. It is also a marker for co-morbidity burden and greater disease severity. If anemia is a marker, treatment may not obviate the increased risk associated with anemia, but if it is a mediator, treatment may be helpful to reduce morbidity and mortality in heart failure. As anemia has been identified as an independent prognostic factor of both morbidity and mortality for patients with congestive heart failure, there is an increased interest in the hypothesis that the correction of anemia with erythropoietin or iron supplementation might lead to an improvement on patients’ symptoms and functional status. Large randomized trials are necessary to show the effect of anemia and the specific treatments on the outcome in these patients. This article reviews the mechanisms, impact on outcomes and therapy of anemia in patients with heart failure.

14.Can quantitative regional myocardial dynamics contribute to the differential diagnosis of acute stress cardiomyopathy?
Fatih Yalçın, Nagehan Küçükler, Theodore P. Abraham, Mario J. Garcia
PMID: 22231937  doi: 10.5152/akd.2012.015  Pages 71 - 74
Akut stresle tetiklenen kardiyomiyopatide aşırı sempatik stimülasyon, hipertansiyona benzer mikrovasküler disfonksiyon vardır. Sol ventrikül (SV) bazal septal bölgesel belirginleşme ve stresin indüklediği SV hiperkontraktilitesi hem akut hem de kronik stres-ilişkili durumların belirli özellikleri- dir. Yeni görüntüleme metotları göstermiştir ki, stresin tetiklediği kavite dilatasyonu ve miyokardiyal anormallikler mikrovasküler dolaşım bozuklu- ğu ile sonuçlanan altta yatan aşırı sempatik yüklenmeye bağlı önceki aşırı hipertansif epizotların yansıması olabilir. Artmış ardyük epizotlarına bağlı hipertansiyon aracılı kronik stres, strese bağlı aşırı hipertansiyonu olan hastalarda körelmiş SV miyokardiyal duvar hareket kabiliyeti için ana neden olabilir. Burada miyokardiyal dinamiklerin ve stresle tetiklenen aşırı hipertansiyon epizotlarının karşılıklı ilişkisini tartıştık. Ek olarak, hiper- tansif kalp hastalığında SV bölgesel dinamiklerinin tanımı için daha önce kullanılmış olan kantitatif ekokardiyografik yöntemler olası akut stresle tetiklenen kardiyomiyopati vakalarının ayırıcı tanısında bir seçenek olabilir.
Acute stress-induced cardiomyopathy has excessive sympathetic stimulation, microvascular dysfunction similar to hypertension. Regional prominence of left ventricular (LV) septal base and stress-induced LV hypercontractility are the particular features of both acute and chronic stress-related conditions. Novel imaging methods have shown that stress-induced cavity dilation and myocardial wall abnormalities can be a reflection of underlying previous exaggerated hypertensive episodes due to sympathetic overdrive, which results in microvascular dysfunction. Hypertension-mediated chronic stress due to increased after load episodes is possibly the main reason for blunted LV myocardial wall motion capability in patients with stress-related exaggerated hypertension. In this short report, we discussed the interrelation of myocardial dynamics and stress-induced exaggerated hypertension episodes. In addition, quantitative echocardiographic methods which previously were used for description of particular features including LV regional dynamics in hypertensive heart disease can be an option in differential diagnosis of potential cases of acute stress-induced cardiomyopathy.

CASE REPORT
15.Transcatheter treatment of interrupted arcus aorta in two adolescents
Ahmet Çelebi, Türkay Sarıtaş, Halil Demir, Celal Akdeniz
PMID: 22231938  doi: 10.5152/akd.2012.016  Pages 75 - 76
Abstract |Full Text PDF | Video

16.Sağ tavan pulmoner venini içeren olağan dışı pulmoner ven anatomili hastada atriyal fibrilasyonun kateter ablasyonu
Sedat Köse, İbrahim Başarıcı, Kutsi Hasan Kabul, Uğur Bozlar, Basri Amasyalı
PMID: 22231939  doi: 10.5152/akd.2012.017  Pages 76 - 77
Abstract |Full Text PDF

17.Changes of high-sensitive troponin level in a patient with paroxysmal supraventricular tachycardia
Yaser Jenab, Neda Ghaffari-Marandi
PMID: 22231940  doi: 10.5152/akd.2012.018  Pages 77 - 78
Abstract |Full Text PDF

LETTER TO THE EDITOR
18.Valve-sparing operation for aortic coaptation/Valve-sparing operation for ascending aorta aneurysm
Şahin Bozok, Mert Kestelli, Gökhan İlhan
PMID: 22231941  doi: 10.5152/akd.2012.019  Page 79
Abstract |Full Text PDF

19.Percutaneous renal denervation in patients with resistant hypertensionfirst experiences in Turkey
Mehmet Bilge, Hatice Tolunay, Özge Kurmuş, Cemal Köseoğlu, Recai Alemdar, Sina Ali
PMID: 22231942  doi: 10.5152/akd.2012.020  Pages 79 - 80
Abstract |Full Text PDF

20.Impact factors of cardiovascular journals and ethics in 2010
Murat Biteker
PMID: 22231943  doi: 10.5152/akd.2012.021  Pages 80 - 82
Abstract |Full Text PDF

21.Risk factors among coronary heart disease patients in the context of the Albanian paradox
Idriz Balla, Loreta A. Kondili, Anesti Kondili
PMID: 22231944  doi: 10.5152/akd.2012.022  Page 82
Abstract |Full Text PDF

22.Reposition of the coronary sinus lead transvenously via femoral vein
Fethi Kılıçaslan, Ömer Uz, Alptuğ Tokatlı
PMID: 22231945  doi: 10.5152/akd.2012.023  Pages 82 - 83
Abstract |Full Text PDF

23.Pre-operative use of anti-aggregants may reduce atrial fibrillation development rate during coronary bypass surgery
Ahmet Yavuz Balcı, Fatih Özdemir
PMID: 22231946  doi: 10.5152/akd.2012.024  Page 84
Abstract |Full Text PDF

24.Endovascular stent graft repair of abdominal and thoracic aortic aneurysms
Zehra Bayramoğlu, İlhan Sanisoğlu, Levent Onat, Barış Çaynak, Ertan Sağbaş, Hakan Özgen, Belhan Akpınar
PMID: 22231947  doi: 10.5152/akd.2012.012  Pages 84 - 86
Abstract |Full Text PDF

MISCELLANEOUS
25.In Memoriam: Prof. Dr. Ümit Aker (1930-2011)
İstemi Nalbantgil
doi: 10.5152/akd.2012.013  Page 87
Abstract |Full Text PDF

26.In Memoriam: Prof. Dr. Kenan Binak (1929-2011)
Emrah Binak
doi: 10.5152/akd.2012.031  Page 88
Abstract |Full Text PDF

E-PAGE ORIGINAL IMAGES
27.A cyst within a cyst
Cem Doğan, Ahmet Güler, Ruken Bengi Bakal, Soe Moe Aung
PMID: 22231948  doi: 10.5152/akd.2012.025  Page E1
Abstract |Full Text PDF | Video

28.A giant mediastinal carcinoid tumor that compresses the pulmonary artery and vein
Esra Gücük İpek, Burcu Demirkan, Yeşim Güray
PMID: 22231949  doi: 10.5152/akd.2012.026  Pages E1 - E2
Abstract |Full Text PDF

29.Giant pulmonary artery aneurysm due to chronic pulmonary embolus associated with pulmonary hypertension
Servet Altay, Hüseyin Altuğ Çakmak, Ayça Türer, Hatice Betül Erer
PMID: 22231950  doi: 10.5152/akd.2012.027  Pages E2 - E3
Abstract |Full Text PDF

30.Resolution of obstructive prosthetic valve thrombosis after coronary embolism
Hasan Kaya, Faruk Ertaş, Ebru Tekbaş, Mehmet Ali Elbey
PMID: 22231951  doi: 10.5152/akd.2012.028  Pages E3 - E4
Abstract |Full Text PDF

31.Role of cardiovascular magnetic resonance in the diagnosis of arrhythmogenic right ventricular cardiomyopathy/dysplasia with left ventricular involvement
Cemil Izgi, Raad Mohiaddin
PMID: 22231952  doi: 10.5152/akd.2012.029  Pages E4 - E5
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search

Copyright © 2024 The Anatolian Journal of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.